buyrun bu da RP'm
Anja iPod'unun arkasından, çiziklerden görebileceği kadarıyla kendisine baktıktan sonra kulaklıklarını takarak en sevdiği şarkılarla baş başa kaldı yine. Seviyordu işte bunu, herkesten, dünyadan, tüm sorunlardan bir an olsun uzaklaştırıyordu kendini müzik. Yatağında yatarken birden masaya çevirdi yüzünü çünkü kendisini görebileceği seviyede bir ayna vardı. Yeşil gözleri ve kızıl dağınık saçlarıyla kendisini güzel hissediyordu. Gözünün üstüne düşmüş sabahtan düzleştirdiği saçını geriye attı ve yatağından destek alarak doğruldu. Dışarı çıkmak istiyordu, dolabına yöneldi. Şarkının ritmiyle başını sallıyor ve ayağıyla eşlik ediyordu. Dolabından mavi ince bir hırka, beyaz kısa kollu gömleğiyle beyaz dar paça pantolonunu çıkartıp, sabahtan beri dağınık olan yumuşacık yatağına attı. iPod’unu kapatıp, beyaz kulaklıklarını çıkartırken hala ayağıyla ritim tutuyor ve sözleri mırıldanıyordu. Dolaptan çıkardığı giysilerini giydikten sonra, takılarını koyduğu kutusunu çıkarttı ve içinden gözüne güzel gelenleri ve kıyafetine uygun olanları seçti: şeker bulduğu, en sevdiği mavi bir küpe ve kalın, hırkasına uyan renkte bir bilezik. Uçuk mavi odasına şöyle bir baktıktan sonra mavi hırkasının kollarını kıvırdı. Dolabının kapağındaki boy aynasında kendisine son bir kez baktıktan sonra saçını unuttuğunu fark etti o güzel gözleriyle bakarken. Kızıl saçlarını sabah düzleştirmişti ama açık bırakmak istemiyordu. Uzun, kat kat kesilmiş kızıl saçlarını sıkı sıkıya biraz sol tarafa doğru bir şekilde topladı.
"Annee! Dışarı çıkmak istiyoruum!” diye seslendi, beyaza boyanmış meşe kapıyı kapatıp mutfağa yol almışken. Annesi Anja’nınkiler ile aynı gözlerle kızını süzdü. “N’oldu? Biriyle mi buluşuyorsun?” Biriyle buluşmayı düşünmemişti ama belki de Elena’yı çağırabilirdi. Beyaz renkteki sandalyeye oturup, sol kolunu da yuvarlak masaya koydu. Yeşil gözleriyle küt kesilmiş sarı saçlı kadına bakıp, hayır anlamında başını salladı. “Yoo; ama belki Elena’yı çağırırım, he?” Biraz düşündükten sonra tekrar konuştu. “Sen boş versene Elena’yı! Anne… Seninle birlikte çıkalım mı?” Uzun zamandır birlikte bir şeyler yapmıyorlardı ailecek ki; babası işi yüzünden hafta sonları hep şehir dışında oluyordu, zaten hafta içi de gece geç geliyor, birlikte zaman geçiremiyorlardı. “Aslında benim de dışarıda bir iki işim var… Olur!” Yüzünde o şefkatli anne gülümsemesiyle bakıyordu Anja’ya. Annesi ayağa kalkarak Anja’nın anladığı üzere – kapının gıcırtısından anlamıştı – yatak odasına gitmişti, hazırlanacaktı. Makyaj yapmak ne de yakışırdı! Birden bire bir gülümseme belirdi yüzünde, masum küçüklük yıllarındaki gülümsemelerinden. Tam o sırada gözleri tezgâhtaki annesiyle babasının düğün resimlerine ilişti. Annesinin o zamanlar upuzun olan sarı saçları topuz yapılmıştı. Çok yakışmıştı, güzele ne yakışmazdı ki! Tüm dişleri belli olacak şekilde gülüyordu ikiside. Ayağa kalkarak sandalyesini masaya doğru ittirdi ve resmi eline almak için tezgâha kadar gitti. Kızılımsı kahve saçlarıyla kameraya gülümsüyordu çoğu zaman ciddi olan babası. Annesinin aslında gülümsemesini belirtmek için yüzündeki ifade gereksizdi; gözleri bile yeterdi; o güzel yeşil gözleri. Daha önce hiç bu kadar dikkatle bakmamıştı bu resme, bembeyaz kabarık etekli gelinlik içindeki annesine ve bıçak gibi ütülenmiş siyah damatlık içindeki babasına. Özlemiş olmasından kaynaklanıyordu belki de. On yedi gündür evde değildi, yine şehir dışındaydı; artık dönünce o işten ayrılmasını bile isteyecekti!
“Hadi kızım!” Yumuşacık ses tonu ile annesi arkasında mükemmel bir şekilde hazırlanmış, bekliyordu. İçinden ıslık çalmak bile geçmişti. “Ov! Süpersin.” Hızlı adımlarla saçını içe doğru tarayarak hoş bir görüntü yaratmış bu güzel kadının peşinden kapıya doğru ilerledi. Farkında olmadan sabah dinlediği hoşuna giden bir parçayı mırıldanıyordu. Thinking of you… Thinking of you… Kapıyı açtıktan sonra beyaz Converse’lerini giymeyi tercih etti. Merdivenlerden, demir tırabzanlara tutunarak inerken alacağı elbiseleri düşünüyordu. Dolabında yer bile yokken bunu düşünmesi belki bencilceydi; ama giyiyordu yine de değil mi? Bir arkadaşıyla karşılaşmayı çok istiyordu. Okul kapandığından beri bir ay geçmiş ve hiç buluşmamışlardı. Hepsi tatile gitmişti. Siyah, demir ve oldukça ağır olan dış kapıyı açtıktan sonra annesinin dışarıya çıkmasını bekledi. Oldukça kalabalık olan bir caddeye gideceklerdi. Tıklım tıklım dolu olan bir yerdi normalde. Bir sürü cafeler, mağazalar, eğlence mekânları... Uzun zamandır gitmediği bir yer, arkadaşlarıyla genelde bu caddeyi seçerlerdi. Babası şehir dışında olduğu için ve annesi de araba kullanmayı bilmediği için otobüsle gideceklerdi. Otobüste giderken hiç konuşmadılar. Anja gibi annesi de dışardaki ve otobüsteki insanları gözlüyorlardı.
“Eh geldik işte. İnelim.” Annesi başıyla onayladı, ayağa kalktıktan sonra duracaklarını belli etmek için düğmeye bastı ve indiler. Birkaç saat boyunca bir sürü mağaza gezip bir sürü şey aldılar: lacivert dar paça kot, çok tatlı pembe bir bluz ve göğüs kısmı lastikli Anja’nın uzun zamandır istediği dizinde bir elbise. İstediği birkaç kitabı da almak için taşlı yollardan kitapçıya yürürken kalabalık bir cafede babasını gördü. Birden dumur bir şekilde durdu! Çünkü karşısında ne iş arkadaşına benzeyen biri, ne bir dostu, ne de o anda akla gelebilecek iyi bir olanak yoktu. Karşısında oldukça çekici bir kadınla oturuyordu. Gözlerine siyah kalem çekmiş, sarışın, biçimli dudaklarının parıldadığı görülebiliyordu uzaktan. Üzerinde yeşilli mavili bir straplez, göğüs kısmı lastikli bir bluz vardı. Altında da kot kapri. Uzun boylu bu kadın, uçuk mavi oldukça topuklu bir ayakkabı giymişti. Yirmi-yirmi beşinde anca vardı bu sarışın. Anja kendine, babasına ve o sarışına lanetler yağdırıyordu. Birbirlerine öyle bakıyorlardı ki, olumlu bir şekilde karşılanması olanaksızdı. Gözlerinin bunları görmesini asla istemezdi, annesini kitapçıya gitmesini zorlamasaydı görmezdi! Şu anda yapabileceği tek şey annesini hızlı bir şekilde kitapçıya götürmekti. Babasına duyduğu şey açıklanamazdı belki. Annesinin koluna girerek hızlıca kitapçıya doğru çekmeye başladı. Duyduğu nefret yüzünden yere o kadar sert basıyordu, sesleri o kadar sert çıkıyordu ki! ”Anichka?” E belli ki anlamıştı bir şeyler olduğunu. “Eski sevgilimi gördüm gibi geldi de… Önemi yok.” Güven vermeye çalışan bir edayla gülümsemeye çalıştı; ama ne kadar başarılı olduğunu bilmiyordu. Annesi başını iki yana salladı ve kitapçıya gittiler. Önceden aklında olan iki kitabı alıp çıktılar. Annesi garip bir şekilde neler olduğunu üstelemedi. Anja bir an önce otobüse binip eve gitmek istiyordu. Kitapçı biraz uzakta olduğu için normalde gittikleri durak yerine daha yakın birini tercih ettiler ve bu cidden iyi olmuştu. Bir daha o adamı, o görüntüyü görmek istemiyordu. Çabucak gelen bir otobüse binip evlerine döndüler. Anja hemen odasına gitti ve hemen çizim defterini çıkardı; fakat kalemini kırmak istemediğinden hemen yerine bıraktı. Arkasına dönüp sinirden ağlamaya başladı.